Prof. Dr. Koray TOPGÜL

Bu bir sinema filmi adı. Bir Hollywood aksiyon filmi. Ama benim gibi yıllardır kanser cerrahisi ile uğraşan bir cerrah için başka şeyler ifade etmekte. Bir macera değil bu ve heyecan ifade etmiyor. Tam tersine hüzünlü, ızdıraplı, dayanılmaz ve bazen uzun bir yolu hatırlatıyor. Ölümün kolayı olur mu ki zoru olsun diye düşünebilirsiniz. Ama inanın olur.

Son dönem kanser hastaları, ne yaparsanız yapın sona doğru durdurulamaz bir yolun insanlarıdır. Hem hastalar, hem yakınları, hem de sağlıkçılar için zorlu bir dönem. Türkiye’de yaşamanın, toplum ve aile yapımızın da özellikleriyle bazen bu yol beklenenden de zorlu geçer. Batı toplumları daha gerçekçi yaklaşsa da Türkiye’de çoğu hasta yakını hastalarının kanser kelimesiyle karşılaşmasını istemez. İlk tanı anında bile gerçekleri söyletmezler size. Hafifletilmiş, kenardan, kaçamak yaklaşımlarla bir şeyler anlatmak zorunda kalırsınız. Dürüstlükten uzak, yasal açıdan çıplak bir ruh haliyle konuşur durursunuz. Beyaz yalanlar diye düşünürsünüz. Aileler yakınlarının gerçeği öğrendiğinde yıkılacağını söylerler. Bir –mış gibi tiyatrosu başlar. Hastanın bedeni, sağlığı ve gelecek süreçle ilgili kendi karar verme erki yakınlarınca bir anda gasp edilir. Özellikle yaşlı ve entelektüel düzeyi düşük hastalarda bu daha barizdir. Oysa bu her insanın doğal hakkıdır.

Sonra hastayı ameliyat edersiniz. Bazen beklenenden çok iyi gider herşey, bazen ise hastalık artık çok ilerlemiştir. Ameliyathane önünde bekleyen yakınların yıkımını görürsünüz yüzlerce kez. Yüreğinizde bu acı haberin sıkıntılı baskısı, hasta yakınlarının gözlerindeki umutsuz, yaşlı ve hatta bazen suçlar bakışlara maruz kalırsınız. Neden olmadı? Neden? Herşeyin bir sonu olduğu yaş ne olursa olsun kabullenilemez. Artık daha derin bir dramın  ortasında kalıverirsiniz. Zor ölümün başlangıcında.

Son dönem kanser hastaları çok özel hastalardır. Onlar artık ızdıraplı misafirleridir bu dünyanın. Her ne kadar hepimiz misafirsek de onların yolculuğunun artık başladığını biliriz. Tüm bu süreç içinde onlar artık bizim de bir parçamız ve boğazımızda bir düğüm olmuştur. Giderek düşkünleşmeye başlarlar. İştahları kesilir, zayıflar ve güçsüzleşirler. Hastalıklarının yerine göre değişir şikayetleri. Karınları şişebilir, kusmalar, baş ağrıları, karın ağrıları ve benzer pek çok sıkıntıları başlar. Sizin ziyaretlerinizde bir şey demezler size. Sadece şikayetlerini anlatırlar. Gerçek onlara söylenmemiş olsa da hiçbir zaman ‘neden iyileşmiyorum, neyim var?’ diye sormazlar. Ama herşeyi anladıkları gözleri tarafından bildirilir size. Kimse kanserden söz etmez hele yaklaşan ölümden. Hastaneye tamamen bağımlı hale gelirler. Bu arada münasebetsiz yakın ziyeratleri zorlayıcı boyutlara ulaşabilir.

Artık o kadar sıkıntılı bir hale gelirler ki vizit yapıp hastanızı görmek istemezsiniz. Odada hava giderek ağırlaşır. Soğuklaşır. Hastanız ve yakınlarıyla olan konuşmalar giderek kısalır. Çekilen acıya tahammülsüzlük, ölümün ve ayrılığın getireceği üzüntünün yerini alır. O odadan her çıkışınızda, çok düşünmek istemeseniz de içinizden bir parçayı orada bırakırsınız.

Onlar bu zor ölüm yolculuğunda en büyük saygıyı görmesi gereken hastalardır. Tüm dinlerin yasakladığı ötenaziyi bile aklınızdan geçirtir size bu dönem. Sonra bir gün gelir hastanenizin istatistiklerinde ve evlerinin duvarında bir resim çerçevesinde yerlerini alırlar, sanki bu zor yolculuğu yapmamış gibi.

Ve yaşam bize tekrar zor ölümü yaşayacak, bu uzun yola çıkacak, gözlerinizde hiç mi umut yok doktor diyecek yeni hasta ve hasta yakınlarını getirecek…Ve bizler herbiriyle bu yolculuğa tekrar tekrar başlıyacağız, onları bu yolculuğa, zor ölüme göndermemek için mücadeleye, emeğe, umuda devam edeceğiz servislerde, ameliyathane ışıkları altında, saatlerce ve günlerce…

Bizlere güvenip, kendilerini teslim etmiş tüm hastalarımıza ve onların yakınlarına binlerce teşekkür…