Prof. Dr. Koray Topgül
Matematikte eşitlik kolaydır. Bazen denklemlerde iki tarafı eşitlemek soruyu çözen için zor olsa da eğer bilginiz yeterliyse bunu başarabilirsiniz. Peki ya insanlar arasındaki eşitlik. Eşit miyiz, olabilir miyiz? Bu denklemi sağlayamamak için o kadar çok mazeret var ki. Ancak bunlar matematik sınavında başaramayan öğrencinin ‘ akşam elektrikler kesikti, çalışamadım’ mazereti kadar saf bir aptallık içermese de gene de aptalca mazeretlerdir. Elbette hiçbir insan bir diğerine fiziksel olarak eşit olamaz. Genetik çeşitlilik ve evrimsel süreçteki farklılıklar bizleri fiziksel görünüşümüz konusunda farklı kılmaktadır. Bu kaçınılmazdır. Ancak burada konuştuğumuz eşitlik fiziki eşitsizlikler üzerinden tartışılacak bir kavram değildir.
Sözlükte eşitlik yasalar yönünden insanlar arasında ayrım bulunmaması durumu, bedensel, ruhsal başkalıkları ne olursa olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyasal haklar yönünden ayrım bulunmaması durumu olarak tanımlanmaktadır. Aslında sorun tanımlamada değildir. Sorun uygulamada, pratiktedir. Yıllarca “nasıl bir üniversite istiyoruz” söylemiyle günümüzdeki özerklikten yoksun, hantal, bağımlı, çatısı altında birçok eşitsizliğin yaşandığı üniversite yapısına gelindiyse yalnızca teorik olarak eşitliği tartışmak o kadar naçar bir durumdur aslında. Ama biz gene de konuşalım bu konuyu, pratiğimize yansıtmak umuduyla.
Eşitliği sağlayacak temel yapı devlettir. Çünkü devlet adalet mekanizmasından istihdama, eğitimden sağlığa, fırsat eşitliğinden haksız rekabete kadar pek çok temel konuda eşitliği sağlayacak olan mekanizmalar bütünüdür. Ancak burada her şeyin devlete ait olduğu bir sistemden söz etmiyoruz. Ne yazık ki tarihte, yönetimde imtiyazlı sınıfların doğduğu “eşitlikçi” sistemler de oldu. Temel felsefesi mükemmel ama uygulaması başarısız yönetsel denemelerdi bunlar. Dolayısıyla tanımlamada değil sorun, sorun hep uygulamada. Geçmiş yıllarda bir baro başkanı “Eşitlik eşitler arasında olur” demişti. Ne kolay değil mi?! Aslında genel toplamda eşitlik var gibi görünse de çemberin daraldığı alanlarda eşitlik birden bozulur. Siyasi yandaşlıklar, akrabalık ilişkileri, hemşehricilikler, aynı kulüp ya da gruptan olmalar ve elbetteki para gibi kavramlar bu dar alanlarda eşitsizliği yaratır ve yaşatırlar. Eşitsizliğin en sevdiği ortam ve hava buralardadır. Oksijeni, suyudur bunlar eşitsizliğin.
Eşitlik kavramının en önemli ve geçerli olduğu alan hukuk önündeki eşitliktir. Eşitsizliğin belki de en can acıtıcı ve karamsarlığa neden olan alanı adalettir. Hukuk ve adalet eşitliğin ve eşitsizliğin gelip dayandığı sınırdır. Bu sınır ne kadar eşit olduğumuzu gösteren en önemli ayıraçtır, adeta kimayasal açıdan turnusol kağıdıdır. Sosyal ya da iş ortamlarında bazen bireysel olarak eşitsizlik yaşadığımız, etnik kimlik, din, cinsiyet, kişisel ya da siyasal tercihlerimize bağlı ötelendiğimiz anlar ve ortamlar olabilir. Bunlar hayati anlamda bizi etkilerse ve hukuksal karşılığı varsa hakkımızı “eşit” olduğumuz ölçüde ararız ve alırız. İşte hukuk ve adalet sınırına gelindiği bu anda süreç ve sonuç gerçekten eşit olup olmadığımızı belirleyecektir. Anayasamızın “10. Maddesi : Kanun önünde Eşitlik” derki; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. “ Ne güzel diyor değil mi? Yani kanun yapmak güzel ama uygulayabilmek daha güzel.
Eleanor Roosevelt’in “Bütün insanlığın Magna Carta’sı olarak” tanımladığı ve Türkiye’nin 1949 yılında kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilk iki maddesi şöyledir ; Madde 1: Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler. Madde 2: Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin işbu Beyanname’de ilan olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade edebilir. Bundan başka, bağımsız memleket uyruğu olsun, vesayet altında bulunan, gayri muhtar veya sair bir egemenlik kayıtlamasına tabi ülke uyruğu olsun, bir şahıs hakkında, uyruğu bulunduğu memleket veya ülkenin siyasi, hukuki veya milletlerarası statüsü bakımından hiçbir ayrılık gözetilmeyecektir.
Sosyal hayatta kadın erkek eşitliği bir başka önemli konudur ve görüldüğü gibi evrensel beyannamenin ikinci maddesinin içeriğinde yer almaktadır, tıpkı bizim anayasamızda yer aldığı gibi. ” Eşit haklar edinmiş kadınlar, oltadan kaçıp kurtulmak için karaya vurmuş balıklara benzerler. Balıkçıların en tembeli bile, ölü balık tutmaz “ diyor Karl Kraus. Son derece aşağılayıcı ve eşitlikten uzak bir söylem. Babası, Augusto Pinochet rejimi sırasında tutuklanmış ve hapiste iken ölmüş bir generalin kızı ve Şili devletinin ilk kadın başkanı olan Michelle Bachelet ise şöyle diyor; “Bir ülkenin ekonomisi beşeri sermayesine dayanır. Eğer kadınlara yeterli sağlık, eğitim ve iş olanakları sunmuyorsanız, potansiyelinizin yarısını kaybedersiniz. Cinsiyet eşitliği ve kadın hakları ekonomik kalkınmanın temelidir”. ABD’nin ilk başkanlarından Thomas Jefferson ise “Şu gerçeği aşikar kabul ederiz: Bütün insanlar yaratıcıları tarafından eşit yaratılmıştır ve bazı vazgeçilemez haklara sahiptir. Yaşamak, özgürlük ve kendi mutluluğunu arama hakkı böyle haklardandır” demiştir. Bazen yaşamak yaşamak değildir, bazen ise özgürlük özgürlük değildir. Ama kadınlardan en çok esirgenen sanırım kendi mutluluğunu arama konusundaki eşitliktir.
Vauvenarguez “Eşitliğin, tabiatın bir kanunu olduğu doğru değildir. Çünkü tabiat, eşitliğin ne olduğunu bilmez. Onun en yüce kanunu, bağımsızlıktır. Kanunlar bile insanı, doğa karşısında eşit kılamaz. “ der. Evet doğanın karşısında eşit olamayabiliriz. Çünkü eşitlik ancak modern, gelişmiş ve en zeki varlık olan insanlar arasında söz konusu olabilecek bir üst kavramdır. Supergeon ise “Eşitlik! Evet, kavramı anlıyorum ama örnek bulamıyorum.” demektedir. Bu umutsuz söyleme meşhur bir Kızılderili sözü tüm naifliği ve derinliğiyle yanıt verebilir “Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece ikimiz eşit olabiliriz.”
Günlük hayatta eşit olduğumuz duygusunu hissettirecek pek çok şey vardır. Örneğin oy kullanmak, alışveriş yapmak, okula gitmek ve benzeri pekçok durum ve eylemde eşit görünürüz. Aslında ve belki de çoğu zaman bu böyledir. Ancak öyle anlar vardır ki bir grup ya da kişi olarak eşit olmadığınızı iliklerinize kadar hissedersiniz. Aslında eşitliği anladığımız en önemli an, bize eşit olmadığımızı hissettirdikleri ve eşitliğimizi bozdukları andır. Eşit miyiz? Evet, bana göre eşitiz. Ama bu senin ne kadar hissetiğine ve ne kadar eşit davrandığına bağlı. George Orwell insanı hayvanlar üzerinden eleştirdiği siyasi hiciv romanında “Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir” der. Lütfen eşitliğimizi bozmayın.