Zamanlar geçiyor, bu topraklarda yaşanan benzerlikler sürüyor. Çocukken hep duyardım adını. Okuma fırsatı bulana kadar daha çok uğradığı haksızlık ve ölüm şekli etkilemişti beni. Hiçbir insanın son anı böyle olmamalı diye düşünürdüm. Aydın bir beynin, sadece yazdıkları, fikirleri ve düşüncesi nedeniyle tutsak ve maktul olması incitirdi içimi. Sonra okuyunca eserlerini, ruhunun derinliklerine, beynine, bilincine ve fikirlerine bir yolculuk yapınca incinişim bir kat daha arttı. Bu uzaklara dalgın ve zeki bakan adam yazdıklarıyla yanıma geldi. Sabahattin Ali.
1907 yılında Gümülcine’nin Eğridere kazasında doğmuştu. Babası Subay olduğu için sıkça yer değiştirdiler. Edremit’te bulundukları sıralarda Yunan işgali gördüler. Ciddi parasızlık çektiler. Parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu’nda okudu. İstanbul Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği yaptı, Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya gitti ve iki yıl (1928-1930) orada okudu. Avrupa ve Alman kültürü ile temas etti. Kürk Mantolu Madonna kısa romanının izlerini burada aldı zihnine. Cumhuriyet’in ilk yıllarıydı. Zordu, eğitimsizlik, parasızlık ve daha pek çok sıkıntı kol geziyordu memlekette. Yurda döndükten sonra, Almanca bilmesi işine yaradı. Aydın ve sonra Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yaptı. Askerlik ve kızı Filiz Ali’nin doğumu o yıllar içinde gerçekleşti.
Hayat böyle kronolojik gitmedi Sabahattin Ali için. Çünkü düşünüyor, yazıyor, üretiyordu. Sakıncalı olmakta gecikmedi. Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz gibi dönemin ve tüm zamanların sakıncalıları ile birlikte Marko Paşa dergisini çıkardılar. En güçlü ama en kırılgan yolla, mizahla eleştirdiler yanlışları. Yazılarından dolayı üç ay hapis yattı. Sürekli takipte ve baskı altındaydı. Ali Baba dergisinde,”Ne Zor Şeymiş” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi”. Haklıydı. Değişik zamanlarda Sinop Cezaevi ve Paşakapı Cezaevlerinde yattı. Bu kötü zamanlar aralıksız sürdü. Baskı, işsizlik (iş vermiyorlardı) ve parasızlıkla bütünleşti. İnsan sohbetleri yasaktı artık. Ülkeden ayrılmaya karar verdi. Yasal olarak yurtdışına çıkma olanağı bulamayınca bir kaçakçı ile anlaştı. Oyuna gelmişti. 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında cesedi bulundu. Kırkbir yaşındaydı henüz. Bundan 8 ay sonra katili bulunarak tutuklandı. Adam öldürme suçundan yargılandı, 18-24 yıl olan cezası “milli hisleri tahrik” gerekçesiyle 4 yıla indirildi. Bundan birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest bırakıldı. Bütün bunlar olurken cesedi bulunmuş ve kafasına aldığı ağır darbe sonucu öldüğü anlaşılmıştı. Kafatası vücuttan ayrılarak hastane morguna konuldu. Daha sonra Eski Mezarlık’ta belirsiz bir yere gömüldü. Bedeni mezarlıklar dışında bir çukura bırakıldı. Üzeri örtüldü, başına bir taş bile dikilmedi. Cesedinin bulunduğu yere köylüler “Sabahattin Ali Çatağı” adını koydular.
Sadece romanlar ya da eleştirel mizah yazıları değil Sabahattin Ali’nin edebi gücü. Hepimizin bildiği ve şarkılarını söylediğimiz şiirleri var. Aldırma Gönül, Eşkiya Dünyaya, Leylim Ley, Göklerde Kartal Gibiydim, Geçmiyor Günler, Benim Meskenim Dağlardır (Dağlar), Ben Yine Sana Vurgunum (Eskisi Gibi) , Melankoli gibi pek çok şarkıya dönüşmüş şiiri var. Sabahattin Ali’nin şiirleri pek çok yönüyle halk edebiyatının bir parçasıdır.
Uzun yıllar eserleri yasaklı kaldı. Son yıllarda yeniden rafları doldurdu kitapları ve en çok satanlara çıkıverdi. Kürk Mantolu Madonna belki de en öne çıkanı. İnsan ruhunun analizlerinden, toplumsal eleştirilere, önyargıların sığlığından hayatlardaki sığlığa harmanlar atar okuyucuyu. Kafka’nın eserleri ne kadar dünya çapındaysa o kadar dünya romanıdır Ali’ninkiler. Ellili yıllardan beri İçimizdeki Şeytan, Kuyucaklı Yusuf gibi pek çok eseri Bulgaristan’daki tüm okullarda okutulmaktadır ve Sabahattin Ali bu ülkede çok tanınan bir yazardır.
Yıllar sonra sevgili kızı Filiz Ali, cesedinin bırakıldığı yerde bir kaya üzerine babasının şu mısralarını yazdırdı:
Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa,
Benim meskenim dağlardır.